19 Mart 2007 Pazartesi

Aforizmalar

Halil CİBRAN

  • Susmayı gevezeden,
    Hoşgörüyü bağnazdan,
    Nezaketi kabadan öğrenim.
    Daha da garibi bu hocalarımı hâlâ takdir etmiş değilim.

  • Ne tuhaf!
    Aklı hantal olanı bırakıp ayağı hantal olana,
    Kalbi köle olana değil de gözü kör olana acıyorsun.

  • Yüce bir kişinin iki kalbi vardır:
    Biri elem çeker;
    Biri emel besler.

Şahmeran Efsanesi v2

Camsab yoksul bir ailenin oğlu olup evinin geçimini arkadaşları ile odun yaparak sağlamaktadır. Bir gün arkadaşları ile birlikte bir kuyu dolusu bal bulan Camsab, arkadaşlarının aç gözlülüğü yüzünden, kuyunun içindeki bal bi­tince kuyuya bırakılır. Kuyuda yalnız başına feryat ederken bir ak­rebin toprağı delip kendisine doğru yaklaştığını görür. Akrebi öldü­rür. Akrebin geldiği noktadan iğne gözü kadar gün ışığının geldiğini fark eder. Cebindeki bıçak ile ışığın geldiği yeri büyütmeye çalışır. Açılan geniş delikten geçer. Çiçeklerle dolu, ortasında havuzu bulu­nan genişçe bir bahçeye girer. Havuzun çevresinde bir dizi oturaklar ve bahçede bir yığın yılan bulunmaktadır. Havuzun baş tarafında bulunan bir taht üzerinde oturmakta olan insan başlı, süt beyaz vücutlu bir yılan Camsab'a kendi diliyle hitap eder;

Hoş geldin insanoğlu... Benim misafirimsin, benden ve çevren deki yılanlardan korkma. Benim adım Yemliha'dır. Benim halkım ve insanoğulları beni Şahmeran diye tanırlar. Bu taht ve bu ülke Cenabı Hakkın bir ihsanıdır. Burada benim himayemdesin, diyen Şahmeran, Camsab'a türlü türlü yiyecekler ikram eder.

“Ey insanoğlu, benim ülkeme neden ve nasıl, hangi maksatla geldin? Bunu bana anlatır mısın?”, diye soran Şahmeran'a Camsab başından geçenleri anlatır.
Şahmeran Camsab'ın hikâyesinden sonra başını sallar:
İnsanoğlu nankördür, hilekârdır. Küçücük menfaatler karsısında başkasının muazzam zararlarına razı olur. Geçmişte insanoğlu bana çok zarar vermek istemiştir, diyen Şahmeran ile Camsab uzun uzun dertleşirler.

Camsab mutlu ve memnun bir halde uzun yıllar Şahmeran'ın güvenini kazanır. Birbirlerine uzun uzun hikâyeler anlatırlar. Uzun bir zaman sonra Camsab Şahmeran'a;
— Ey muhterem efendim! Ailemi çok özledim. Ne olur beni aileme kavuşturun! Bu lütfü bana bağışlayın, diyerek yalvarır.
Bunun üzerine Şahmeran;
— Camsab, ben sözümü tutup seni yurduna gönderirsem, sen de aynen bana söz verebilir misin ki, bir daha ömrünün sonuna kadar hamama girmeyeceksin? diye sordu.
Camsab cevaben;
— Ölünceye kadar hamam yüzü görmeyeceğime ve senin yerini yurdunu kimseye söylemeyeceğime yemin ederim, dedi ve yemin etti.
Şahmeran bu yemin üzerine, artık kanaat getirerek, Camsab'a biraz yolluk ve bir hayli de dünyalık ziynet, cevahir ve hediyeler vererek, orada duran yılanlara hitaben; Bunu o bal kuyusundan dışarı çıkarın, emrini verdi.
Yılanın Önüne katılarak bal kuyusundan çıkan Camsab, artık hür olmanın saadeti, sevinci içerisinde evine koştu, ailesine, sevdiklerine kavuştu. Ailesi büyük bir merak içerisinde Camsab'a beş yıldır nerelerde olduğunu sordular. Şahmeran'a verdiği sözü düşünerek hata yapmaktan çekinen Camsab:
— Yeminliyim, söylemek istemem. Bunu benden sormayın, deyince, annesi;
— Arkadaşların, senin dişi bir kaplan tarafından parçalandığını söylemişlerdi. O zamandan beri tam beş sene oldu. Azap ve keder içinde bu günleri geçirdiğimizi tahmin edersin herhalde. Buna rağmen sen bize bu ıstıraplı günlerin bir hesabını bile vermekten çekiniyorsun, dedi.
Camsab sordu:
— Benim o hain ve vicdansız arkadaşlarını simdi nerededirler, sağ mıdırlar?
— Oğlum hepsi sağ. Ticaret yapıyorlar, çok zengin oldular. Bazen bize yiyecek ve para yardımı yapıyorlar. Hâl ve hatırımızı soruyorlar, Allah'a şükür, deyince Camsab dayanamadı:
Ana bunlardan birini çağırıver. hadi var git, dedi. Anası:
— Oğlum onlar bizim ayağımıza hiç gelirler mi? Onlar zengin, yüksek insanlar. Yarın sabah sen git, onları evlerinde ya da iş yerle rinde ziyaret et, dedi.
Camsab yine;
— İşin aslı öyle değil ana. Sen var git söyle onlara, "oğlum geldi, sizi istiyor" de, onlar koşa koşa gelirler, dedi.
Gerçekten Camsab'ın annesi gidip bunlardan birisini bulunca adam telaş ve endişeye kapıldı. Diğer arkadaşlarını bulup, onlarla konuşup tartıştı, sonuçta hak ve adaletten korkarak, Camsab'tan af dilemeye, merhametini istemeye ve mallarının yarısını Canısab'a vermeye karar verdiler. Mallarının yarısını yanlarına alarak Camsab'ın evine geldiler. Camsab'ın elini ayağını öperek:
— Ey kardeşimiz Camsab bizim cahillik ve kusurumuz büyüktür. Bizim ettiğimizi sen etme. Bizi sen affet, malımızın yansını sana getirdik. Gel barışalım, diye çok yalvardılar. Camsab bunlara yine acıdı ve kabahatlerini bağışlıyarak yeniden dost oldular.

Aradan yedi yıl geçti. Bu zaman içerisinde Camsab verdiği söz gereği hiç hamama gitmedi.
Camsab'ın yaşadığı ülkenin hükümdarı Keyhüsrev bir gün fena bir hastalığa tutulmuştu. Tüm vücudu kıpkırmızı yaralar içinde idi. Hekimler, ilaçlar fayda etmedi. Hastalık gittikçe arttı, ağırlaştı. Hekimler bütün ümitlerini kestiler. Çaresizliği kabul ettiler.

Keyhüsrev'in Şahmur isminde bir de veziri vardı. Sihir işlerinde Vezir kitaplarını karıştırırken, tek devanın Şahmeran'ın etini yemek olduğunu hükümdara söyledi. Keyhüsrev tellallar bağırtıp, Şahmeran'ın yerini bilene büyük vaadlerde bu­ lundu. Camsab verdiği söz üzerine ses çıkarmadı. Vezir yeniden bir hüküm çıkardı. "Şahmeran'ı gören bir kimsenin belden aşağısı balık gibi beyaz pullu olur." Bunun üzerine bütün hamamcılara, halkın bedava yıkanmaları için emir verildi ve hamam masraflarının dev­letçe ödeneceği bildirildi. Memurlara talimatlar verilerek, bütün halkın hamamlara gitmesi sağlandı. O sırada zorla da olsa Camsab'da hamama götürüldüğü için sır öğrenildi. Belinden aşağısı beyaz pullu olan Camsab yaka paça doğru hükümdarın huzuruna çıkarıldı. Keyhüsrev'in tedavisi için tek çarenin Camsab'ın elinde bulunduğunu kendisine anlatılarak. Şahmeran'ın yerini göstermesi emredildi.
Camsab kaçamak bir yol arar gibi:
— Babam büyük bir hekimdir, belki de bir çare bulur. Ben ise mektepte bir şey öğrenemedim. Sanatta da çırak çıkamadım. Ben ne ilaç bilirim ki, dedi ise de Vezir ona:
— Biz senden ilaç istemiyoruz. Sen bize Şahmeran'ı bul yeter. Buna karşılık hükümdar sana büyük ihsanlar verecek, dedi.
Camsab yine anlamamış gibi, kendini bir şeyden haberi yok gösterircesine:
— Şahmeran nasıl şeydir? Ben onu hiç görmedim, dedi.
Vezir:
— Şahmeran'ı sen görmüş olmalısın. Zira belinden aşağısı pullu senin, dedi.
Camsab:
— Benim vücudum doğma büyüme böyle pulludur, dedi ve sırrını vermedi. Camsab'ı zorla söyletebilmek için bir hayli dövdükten sonra cellada teslim ettiler. Camsab hayatını kurtarabilmek için, son bir çare olarak hiç olmazsa Şahmeran'ın kuyusunu göstermeyi kabul etti. "Nasıl olsa onu oradan çıkaramazlar, ben de ölümden kurtulurum" diye düşünüyordu.
Fakat hiç de öyle olmadı. Camsab kuyuyu gösterince, vezir ku­yunun başında sinirini kullandı. Okudu, üfledi ve nihayet Şahmeran bir yılanın başında tuttuğu altın bir tepsi içinde görüldü. Şahmeran etrafına bakıp Camsab'ı görünce:
— İşte Camsab nihayet kanıma girdin. Ben insanoğluna itimat edilmeyeceğini biliyordum. Fakat ne çare ki yine aldandım. Başa gelen kaderdir, dedi.
Camsab utancından yerin dibine geçiyordu. Ağzını açıp cevap veremedi. Kendisinin bu aşağı ruhlululuğunu ihanetini bir türlü af edemiyordu. Rezil olmuştu.
Vezir Şahmur Şahmeran'ı tutmak için elini uzatırken, Şahmeran ona:
— Ey melun! Sen bana el sürme, yoksa hançerimle seni delik deşik ederim. Ey Camsab! Sen beni kucağına al götür, dedi.
Camsab, Şahmeran'ı kucağında götürürken ona:
— Şahım, senden Keyhüsrev'in tedavisi için derman isteyecekler, dedi.
Şahmeran:
— Bu derman benim elimdir. Allah'ın dediği olur, ne yapalım! Eninde sonunda ölmeyecek miyim? Ey Camsab! Sana bir öğüdüm olsun. Sen bana belki de isteyerek kötülük ettin, fakat ben sana et mem. Bu melun beni sana belki de boğazlatacak. Sakın kabul etme. Sonra katil olursun. Bırak beni Şahmur kessin. Beni toprak ça nakta kaynatıp ilk suyumu sana içirmek isteyecekler. Sakın içme. O suyu ona içir. Eğer dediklerimi aynen yaparsan kazanırsın. Ben nasıl olsa Öleceğim. Sen benim dediklerimi yaparsan, beni hayır dua ile anarsın, dedi.
Hükümdarın sarayına gelindiği zaman Camsab ağlamaya başladı. Şahmur buna öfkelenmişti:
— Sen deli misin? Bir yılan için ağlayacak ne var, diye bağırdı.
Vezir nihayet Şahmeran'ı tutup kesti. Üç parçaya bölerek, bir toprak çömlek içinde kaynatmak üzere ateşin üstüne koyduğu sırada hükümdarın bir yaveri gelerek onu saraya istedi. Vezir giderken Camsab'a dönerek:
— Al bu şişeyi, içine Şahmeran'ın ikinci suyunu doldur. Ben içeceğim. Belimin ağrısına şifadır. İlk suyunu da sen iç. Her türlü hastalıktan korunur, kurtulursun, dedi.
Camsab Şahmeran'ın ilk suyunu şişeye koydu ve ikinci suyunu da kendi içti. Birden çömlekteki parçalar dile geldiler:
— Biz hükümdarın hastalığına dermanız. İlk uç gün başımı yedir. Dördüncü gün hamama götür, şifa bulur, dediler.
Koşarak gelen Vezir Şahmur, telaşla ikinci suyu sordu. Camsab şişeye koyduğu ilk suyu Vezire uzattı. Şahmur'un karnı, aldanarak içtiği suyun tesiriyle davul gibi şişti. Kendisini yere can acısıyla atan Şahmur çırpına çırpına son nefesini verip öldü.
Bu olay Kehsûrev'e iletilince, telaşa düşen hükümdar derhal Camsab'ı huzuruna çağırdı:
— Şimdi Şahmur öldü. İlacı nasıl kullanacağımızı biliyor musun? Nasıl yapacağız? diye sorunca Camsab:
— Efendimiz hiç merak buyurmayınız. Ben ilacın nasıl kullanılacağını iyice biliyorum. Yaralarınızı iyi edeceğim, diyerek Şahmeran'ın baş tarafını hükümdara yedirdi. O anda Keyhüsrev'in vücudunda bir kaşınma başladı. İkinci ve üçüncü parçalar da tesirini gösterdi. Dördüncü gün hamama götürülen hükümdar, hamam dönüşü Camsab'ı sarayına kadar getirdi, kendisine başvezirlik mührünü vererek, ona birçok ihsanlar nail etti.
Şahmeran'ın ikinci suyunu içen Camsab, hikmet ve kimya il­minde büyük başarılar elde etti, eserler verdi. Bu su ona akıl ve feraset, zekâ ve hafıza bahsetmişti. Camsab, bu suretle kalan ömrü boyunca meşhur ve mesut yaşadı.

Lokman Hekim ve Şahmeran Söylencesi

Lokman Hekim'in babası da kendisi gibi hekimdir. Ölmeden karısına bir defter verir ve 'Doğacak çocuğumuz eşsiz bir hekim olacak; bilgide yeryüzünde ona yetişecek kimse çıkmayacak. Bu defteri zamanı gelince ona ver," der. Bir süre sonra kadının bir oğlu olur. Adını Lokman koyar. Çağına geldiğinde, tüm çabalara karşın okuma-yazma bile öğrenemez. Evinin geçimini sağlamak için odun­culuk yapmaya başlar.

Bir gün yine odunlarını satmış, yorgun argın eve dönerken canı dolaşmak ister, kır yoluna sapar. Bir inilti duyar. Dönüp baktığında insan başlı, ak, yılan gövdeli bir yaratık görür. Çok korkar. Yılan: "Ey insanoğlu, benden sakın korkma. Ben yılanların padişahı Şahmeran'ım. Yaralıyım. Bana yardım edersen bir gün bunun karşılığını mutlaka öderim," der. Lokman Şahmeran'ı kucağına alır, söylediği yoldan bir mağaranın önüne götürür. Yılan bir şeyler mırıldanır, mağaranın kapısı açılır. Burası eşsiz güzellikte bir yerdir.

Mağarayı bekleyen karayılan Şahmeran'ı sarayına götürür. Şahmeran kısa sürede iyileşir. Aradan kırk gün geçmiştir. Lokman artık eve dönmek istediğini söyleyince, Şahmeran gördüklerini kim­seye söylememesini tembih eder ve: "ölümüm insan elinden olacak, bunu biliyorum. Öldüğümü duyduğunda yapacağın şeyleri sana tek tek anlatacağım. Sakın unutma, dediklerimi aynen yapacaksın," der. Neyin hangi hastalığa iyi geldiğini, ilaçların nasıl hazırlanacağını bir bir anlatır.

Lokman eve döndüğünde bambaşka bir insan olmuştur. Tüm zamanını okumaya, yazmaya, Öğrenmeye ayırmaktadır.

Aradan uzun bir zaman geçer. Şahmeran sarayındaki billur suda evrenin tüm güzelliklerini izlerken, birden gözü Tarsus Beyi'nin kızına takılır. Kıza aşık olur. Yemeden içmeden kesilir. Günün bi­rinde de kızın hamama gittiğini görür. Kızın güzelliği karşısında çılgına döner. Hamama gider. Islak mermerler üzerinden kayıp düşer. Hamamcı ve kızın hizmetkârları Şahmeran'ı göbek taşının üstünde öldürürler.

Günümüzde Eski Hamam'ın göbek taşı bu yüzden kutsal sayılır. Taştaki lekenin Şahmeran'ın kanı olduğuna ve vücudunu buraya sürenlerin tüm dertlerinden kurtulacağına inanılır.
Şahmeran'ın öldürüldüğünü duyan Lokman Tarsus'a gelir. Tarsus Beyi amansız bir hastalığa yakalanmıştır. Vezirin baktığı fala göre Şahmeran'ın gözlerini ve ciğerini yerse iyileşecektir. Vezir, Şahmeran'da olağanüstü güçler olduğunu bildiğinden ilacı kendisi hazırlamak ister. Amacı Tarsus Beyi'ni öldürüp yerine geçmektir.

Lokman da ilacı hazırlamak isteyince Tarsus Beyi işi Lokman'a verir. Lokman, Şahmeran'ın kendisine anlattığı gibi cansız gövdeyi üçe böler ve her paftayı ayrı ayrı kaynatır. Parçalar kaynarken, her biri hangi hastalığa iyi geleceğini söylemektedir. Bu sırada Lokman'ın yanına gelen vezir hasta olduğunu söyleyerek, insanlara olağanüstü güçler veren parçanın suyunu ister. Lokman vezirin kötü niyetini anlar. Kuyruk suyundan verir ve vezir ölür. Gövdenin ikinci suyunu kendi içer. Tarsus Beyi'ne de gerekli ilacı yapar. İlacı içen Bey iyileşir.

Lokman saraydan ayrılıp kırda yürürken birden tüm bitkiler dile gelir. Hangi hastalığa şifa olduklarını söylemeye başlarlar. Okuma yazmayı öğrenmiş olan Lokman bitkilerden duyduklarının tümünü yazmaya başlar. Böylece ünlü “Hikmet ül-Lokman” kitabı ortaya çı­kar.