25 Şubat 2007 Pazar

Göç Destanı (Uygurlar)

Eski Hun hükümdarlarından birinin, çok güzel iki kızı vardı. Bu kızlar o kadar güzeldi ki, ancak ilâhlarla evlenmek için yaratıldıklarına inanılıyordu. Kızların babası olan Hun hükümdarı da böyle düşün­dü. Kızlarını insanlardan uzak tutmak için, ülkesinin kuzey taraflarında yüksek bir kule yaptırdı. Kızlarını bu kuleye bıraktı. Hükümdarın, kızları ile evlenmesi için yakarışlarla çağırdığı Tanrı, nihayet bir Bozkurt şeklinde geldi. Bozkurt, bu kızlarla evlendi. Bu evlenmeden, 9 tane Oğuz ve 10 tane Uygur doğdu. Dokuz Oğuzlar ile On Uygurların (Onogur) çocukları, birer bozkurt sesi ve bozkurt ruhu taşıyarak çoğaldılar.

Uygur ilinde, Hulin adında bir dağ vardı. Bu dağdan, Tuğla ve Selenge adında iki ırmak çıkardı. Bir gece, bu iki ırmak arasındaki bir ağacın üzerine, gökten mavi bir ışık indi. İki ırmak arasında yaşayan halk, bunu dikkatle takip etti. Kutsal ışık, ağacın gövdesinde aylarca durdu. Ağacın gövdesi gittikçe kabardı. Güzel musiki sesleri gelmeye, geceleri, otuz adım çevresine ışık saçmaya başladı. Bir gün ağacın gövdesi yarıldı. İçinden beş çocuk çıktı. Bunlar, ışıktan doğmuş, kutsal çocuklardı. Herkes bu çocuklara büyük saygı gösterdi. Çocukların isimleri, sırayla Mungur Tekin, Kutur Tekin, Türek Tekin, Ur Tekin ve Bögü Tekin idi. Çocukların Tanrı tarafından gönderildiğine inanan Türkler, bunlardan birini, hükümdar yapmak istediler.

Bögü Tekin, güzellik, zekâ ve ehliyetçe Ötekilerden üstün olduğu için, onu oy birliğiyle hakan seçtiler. Büyük tören yaparak tahta oturttular.

Aradan uzun zamanlar geçti. Bir gün, Uygur tahtına yeni bir hakan oturdu. Bu hakan, Çinlilerle yapılan sürekli savaşlara bir son vermek için, oğlu Galı Tekin'e "Kiyu-Liyen" adındaki Çin prensesini almayı düşündü. Bu prenses, sarayını Hatun Dağı'nda kurdu. O çevrede, "Tanrı Dağı" adında başka bir ve onun güneyinde de "Kutlu Dağ" adını taşıyan büyük bir kaya vardı. Çin elçileri, bakıcılarla beraber geldiler. Bakıcılar dedüer ki: "Hatun Dağı'nın bahtiyarlığı, bu kayaya bağlıdır. Türk Devleti'ni güçsüz kılmak için, bu kayayı yok etmeli!" Bunun üzerine Çinliler, prenseslerine karşılık, bu kayayı istediler. Yeni Türk hakanı, yurt içindeki bu taş parçasının Çinlilerle verilmesinde bir sakınca görmedi. Halbuki bu kaya, kutsal bir taştı. Türk ülkesinin esenliği, bu tılsımlı taşın, Türk bütünlüğünün ve birliğinin timsâli olan bu kayanın, yurtta kalmasına Kaya giderse, Türk illerinden bahtiyarlık giderdi. Çinli prensesin tesirinden kurtulamayan ve millî duyguları azalan hakan, milletinin bu inanışına değer vermedi. Kutsal taş, kolayca götürülemeyecek derecede büyüktü. Onun için Çinliler, kayanın çevresine odundan tepeler yaptılar. Odunlara ateş verdiler. Taşı iyice kızdırdıktan sonra, üzerine keskin sirke dökerek parçaladılar. Parçaları arabalarına koydular. Birer birer Çin'e taşıdılar. Bu başarı, bütün Çin'i sevindir­di. Çünkü Türklerin kutsal taşı ele geçirilmişti.

Olay, büyük yankılar yaptı. Türk vatanındaki kuşlar, hayvanlar ve bitkiler, kendi dilleriyle, bu ka­yanın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da hakan öldü. Türk ülkeleri üzerinden felâket yeli geç­ti. Türk milletinde rahatsızlık, huzursuzluk, bereket­sizlik başladı. Türk hakanları, tahta oturduktan bir müddet sonra ölmeye başladılar.Nihayet Bögü Kağan'ın çocuklarından biri Türk tahtına çıktı. Onun zamanında Türk illerinde ehlî ve vahşî bütün hayvanlar, yırtıcı ve uysal bütün kuşlar, hattâ konuşmasını bilmeyen küçük çocuklar: "Göç, göç!" diye bağırmaya başladılar. Uygur Türk­leri, Tanrı'dan gelen bu işaret üzerine, yurtlarını bırakıp gittiler. Nerede durmak isterlerse, göç etmeyi buyuran aynı kutsal sesi duydular. So­nunda Beşbalık şehrinin bulunduğu ülkeye vardılar. Burada göç emreden sesler kesildi. Bu illerde durdu­lar. Beşbalık şehrini kurdular. Yeniden, güçlü bir Türk devleti doğdu ve Büyük Türk Hâkanlığı'nın şanlı geleneklerini devam ettirdi.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

aslında çok güzel bir hikaye gerçeklik en belirgin özellik bencee